1 Eylül 2011

Karşılıklı bir aşk savaşındayız
İki galip suratlı mağlup yürüyoruz sevişerek.

14 Temmuz 2011

Sevişelim gitsin.

Bir adam seviyorum, sana benziyor.
Bir adam, seviyorum sana benziyor.
Senin adını sesleniyorum bakıyor.
Gördüğü sen.
Sen, diyorum..
Ben, diyorsun..
...
...
Sen, diyorum..
Ben, diyorsun..

Goran BirBenBirOPiç

Benim küçük kızım.
Gelme.


Sesin bir çingene avazında yırtılıyor.

Pavese fırçalaması

"Eski bir angarya" demişti Pavese.
Onun yükündeyim.
Trieste'de otel odasında benden küçük bir orospu.
Kahkahası büyüyor gözünde.
"Eğer yaşıyorsak, bunu bir başkasının kirletilmiş cesedine borçluyuz" diyorsun.
İşin başından aşkın; susmuyorsun.

run lola, goş daçmin, haydi bre yiğitler: davşanın dötü donmuş

Bir şiirde geçer, "katlanılması en kolay, başkasının acısı". Cevaplar değil maalesef bazen insanı yoran, acıtan; soruların teksesliliği.
Hayatın değişik oyunları var sizin farkında olmadan oynayadaldığınız. % de 100 garanti diyor, turuncu turuncu sallıyor bir ipin ucunda. Koş tavşan koş, tavşan hadi koş. Ritmik hikâyelerin ucundan, silme küfür, silme ümit, silme telaş geçiyoruz; hikâyeler ritmik: sen, anan, ananın anası, ve hâtta babası, hikâyenin sadece kronolojik sıralaması.
Cevaplamak istemediğin soruların cevapları, sefa ve cefa diye özet geçilmiş; masal ki, Tanrıya yaktığın dua tonundan.
Yakarıyorum, Tanrı üstüne alınıyor; kadere 2 çizik, seçime tesadüfe birer -,+. Analitiksel olarak baktığında nefes alışın bu dünyada bir 'Hoca' fıkrası.

"Fakat sonra hayat etten ve kandandır..." *

Bir ara aşık oldum, tam olarak ne zamana denk geldi hatırlamıyorum. Aşık olduğumda artık çok geçti. Geçti; eski tek kişilik planlarıma cesur özgür kız edasıyla devam etmek için. Bunun yakınışını ortaya sürmeye gerek yok; karşılığında tenine karışan bir ter kokusunu sindiriyorsun, zaman duruyor; gelecek, senin, odanın, kapının, evin, şehrin, havanın dışında kalıyor. İçerinde bir sen, bir ondan parçalar..
Bir yazar, "sevişirken ne güzellik yakışıklılığın, ne de mevkii ya da şıklığın kaldığını söylemişti. Öyle, katılıyorum; göz parça parça topluyor. Bir parça gözünü görüyorsun, tek gözünü ama. Omzunun bir köşesini. Parmağının bir ucunu. Kırmızı Christian Louboutin ayakkabılarının ince topuklarını.
Tek kişi olma hakkını yitireceksin, tek kişi de kalmamış olacaksın ama o ayrı. Bir sabaha karşı, uyumaya hazırlanırken, camı açıp, önüm arkam sağın solum 'ben'im edasıyla sabahının da senin olması hissini, Ankara'daki başka kadınların uykusuzluklarına armağan edeceksin. Sabah ayazının gri-mavi-beyaz mevkiisinin varlığı, onların varlığına armağan olsun..misali.
Hangisi doğru olan, vazgeçmeden bana dair sözlerden, cümlelerden olmaz mı 2, 3, bilemedin 5 kişilik hayatlar. Orta noktada buluşmak dediğimiz, nerenin ortasına düşüyor; başıyla sonu arasındaki fark, bir gün vitrin camında yansımamı gördüğümde, engel olur mu mesela derin bir nefes çekmeme. Çekip gitmeme, çekmeden koluna girerek gidişime, engel olur mu bir çokluk.
Çoklukla azlık, ben değiştiğimde bir 3.tekil şahıs zamiri değil de, 3.tekil kişi ismiyle yine aynı kalır mı; kalınır mı?
Şimdi çok oluşumuz, az gelir mi birgün? O azlık nasıl gider? Bu çokluk ne kadar çoktur aslında?

*Ece Temelkuran başlık armağan etti.

29 Haziran 2011

6 Haziran 2011

Falım Çiğneyin, Şansınızı Deneyin, Milli Piyango

Saçına sakız yapışsın! Göğsüne ben yerine falım sakızları bas, ağda ucuza gelmiş olsun.
O kadar blog-lama yaptım bi'seni bloglayamadım.
Söz(!)

4 Haziran 2011

Büyüdüm Diyordun, Sükûtumu İkrardan Say Canımın İçi

'Ah kadınım' diyen anasonlu süt kokulu ellerin var ensemin iki parmak altında. Hayatımın kıyısında duruyoruz. Evinin önünde piç bir cenaze arabası sürücüsü, küfrün ne onun serine ne gidene. İçin sığmıyor boşluğa yalnızca.
Kapımda cesetlerin ve sen karşılaştık önce.
Evimde gerçeklerle yaşayan diğerleri haberlerdeki politikacının karısının kaç memeli olduğunu tartışıyorlardı.
Senin gözünde ezik bir ıslaklık, aldığın nefes karşısında.
Yüzüm açtım; göründüm; gördüğüm terinin sıcağı.
Karıştım içine.
Cesetlerin çarptı, uyanamadım.

Terazi, Lastik, Cin-nastik

Özlediğim adamların yüzlerini topluyorum nefesimde;
                              yaşlı ve yorgun hissediyorum bazen o sebep.
Soluğum karıştığında senin geniz boşluğuna,
Biraz suçluluk; biraz günümüz insanı olmanın utancı.
Konuşuyorsun, sesini içime alıyorum,
                              sızı'yorsun.
İçimde yeni ergen bir piç kurusu,
Hep bir kavganın oyun teorisinde.
Kazanan, kaybeden, suçlusu ve kuşkusu.
Ya da korkaklık eni boyu telaşlı.

Şifre: Algoritma Hatası

Dağınık düşünceler tutuyor beni uyanık
Yoksa bir onun
                     bunun
                             onun bunun düzeninde uyukluyorum.

Ctesi

Gel cumartesi sabahım ol.
Bir bahar uyanalım, çarşaflarda cumartesi.
Ben aşık olayım, sen aşık ol, farketmez kime olduğumuz
Yatakta kalalım biraz, gözlerimiz güne açık.
Bir yerlerde sen; bir ülkenin bir betonarmesinin dört köşe penceresinden sesler
Bir cumartesi sabahı
Bir yerlerde sen kokusu, bir yerlerde bahar rüzgarının tadı, bir ben
Bahar güzel.

Duydum uyanmıştın: RHCP The Zephyr' Song  ,   http://fizy.com/#s/1d4r1r

31 Mayıs 2011

Demiş.. Gittim, gittim, denizin sınır yeri.. Ve susmak bir cüsse işi..

Anladım ki susmak bir cüsse işi…
Derin denizlerin işi…
Serin sular en hafif rüzgârları bile coşturabiliyor..
Derin denizleri ise ancak derin sevdalar…

Derin denizlerin sükutu büyüler beni.

İçimi bir heybet hissi kaplar.
Benliğimi hasret duyguları istila eder.
Kalbim ürperlerle dolar.
Dalgalı denizler, durgun mavi denizler kadar heybetli gelmez bana.
Göklerin suskunlugu da öyle.
Gök gürlemeleri, mavi derinliklerin heybetini siler diye düşünmüşümdür hep.
Sükut her zaman daha manalı, daha derindir.

Kalbe sözden çok sükuttan manalar akar.

İnsan evrendeki sükutu anlayabilseydi, kim bilir belki de söz olmayacaktı.
İnsanlar sükutun dilinden anlayacak, derin ve manalı bakışlarla konusacaklardı.
Ve ses, sükutun heybetini bozamayacaktı.
Konuştuğum zamanlar hep acze düşmüşümdür de ondan kelama sarılmışımdır.
Evrendeki her varlıkta sükutu bir süs, bir hikmet olarak algılamışımdır.
Sözü ise ancak bir zaruret..

Hep derin denizler kadar heybetli bir sükut dinledim ondan.

Sanki durgun ve derin bir ummanın kıyısına varmıştım.
Derinliklerinde gönül ve hikmet incilerinin gülümsediği bir deniz bulmuştum.
Hayatın hiç bir kasırgası, hadiselerin hiç bir fırtınası onu dalgalandıramıyordu.
O denize imrendiğim an, gözlerim şu mısralara takılmıştı:

Gittim, gittim, denizin sınır yerine vardım

Halin bana da geçsin! diye ona yalvardım
Bir çılgın vesvesede içim didiklense de,
Olaydım o cüssede, O’nun gibi susardım..

Gercekten de öyle olmustu. Sonsuza götüren bir denizin kıyısına varmıştım.

O zaman anladım ki, susmak bir cüsse işi. Derin denizlerin işi.
Sığ suları en hafif rüzgarlar bile coşturabiliyor.
Derin denizleri ise ancak derin sevdalar..
Anladım ki, derin ve esrarengiz olan her sey susuyor.
Anladım ki susan her şey derin ve heybetli…



Şems-i Tebrizî

Dinlemelik: This will destroy you - Quiet ..
Beğenenler için, bir öneri daha:  This will destroy you - They move on tracks of neverending light - bknz.youtube


Gevezeleme

Seninle, yalnız yapabileceğim her şeyi birlikte yapmayı seviyordum. Oldum olası tek başıma yapamayacağım şeyleri başka birisiyle yapmayı beklemedim,sevmedim. Onların (sen ve potansiyel sevgililerim) olmaması ihtimalinde, o şeyi yapamayacağım ihtimali; hiç bir şeyin, bir hiç olarak kalmasını yeğletiyordu bana. Mutluluk buydu. Üzerine giydiğini sandığın şeyin, 'sana' 'yakıştığını' 'zannetmen'. Kelimelerin kendi varlıksal / salıksal / mantıksal ve/veya hormonsal sorunlarını geçelim.
Seninle, yalnız yapabileceğim her şeyi birlikte yapmayı seviyordum. Yalnız okuyabileceğim bir kitabı senin kolunun altında okumayı. Yalnız çözeceğim soruları, sen oda görünümlü evimizin bir yerinde nefes alırken çalışmayı. Yemek yemeyi. Uyumayı ya da uyuyamamayı. Kabus görmeyi. Yorganın üstümüzde duruşunu. Elmanın yere düşüşünü. Işığın hızının sn.de  299.793 km oluşunu. Fotosentez yapamayışımı. Filmlerin bir sonu olmasını. Sabahları kuşların uyanmasını. Hafta içlerinin hafta sonlarına kavuşmasını. Haftasonlarının bitişini sövüşlerle kutsamamızı. Günün bitmesini. Günün dönmesini. Günün doğmasını. Ölümlü oluşumuzu. Her an, henüz, ölmeyişimi öpüşerek kutlama ihtimalimizi. Kutlamalarımızın, kutlama olduğunun farkında olmayışımızı. Şimdi yalnız yapabileceğim her şeyi yalnız yapmıyorum.
Ben zaten tek başıma yapamayacağım şeyleri başka biriyle yapmayı oldum olası sevmedim.
Ben uzun zamandır-nerden baksan senin yokluğunu farkedişime denk gelir- hiç bir şey yapmıyorum.
Bir türlü yalnız kalamıyorum.

'Korkma Ben Varım'

-spoiler-spoiler-spoiler-spoiler-spoiler- ağır spoiler- feci spoiler-
(italik harflerle yazılmış olanların tümü bu kitaptan alıntılanmıştır, diğerleri benim kenar notlarımdır, altını çızıktıran 'las ramblas da bir piç')

'Bütün günahlar para kaybettirir'
'....Toydum. Ruhumun fermuarı sıkışmıştı. Abidin Dandini'ye "Aşk'ın gerçekte ne olduğunu kimse bilmiyor, değil mi?" diye soruverdim. Elini omzuma koydu. Derdimi anlıyormuşçasına başını sallayarak iç çekti: "Eminim bir gün sen de hayatının kadınına rastlayacaksın evlat... Ve ona şöyle diyeceksin: 'Ben evli bir adamım."...'
'....Dünya, durup dinlenmeden kazarak birbirimizi gömdüğümüz bir mezarlıksa..'
'....Masum bir hayat, seni ancak haksızlığa uğrama tehdidiyle baş başa bırakır. Şiddete karşı çıkmak elbette her budalanın en doğal hakkıdır.....'
'....Hayatında en az bir aşağılık herifle yakınlaşmadan gerçek kadın olamazsın...'
'.....Hiçliği suistimal etmekte sakınca görmeyen hovardalık değil, varlığı tespit eden bir bilgelik bize ufuk açabilirdi...'

Bugünlerde düşmanlarımı dostlarımdan daha çok sever oldum. Düşmanım, düşmanım. Dostumsa bir diğer günün olası düşmanı; yer zaman olay muallak. Yani sürekli canım bildiğim, derimin altında bir bölgede taşımaya meylettiğim olası düşmanım. Düşmanım, gözleriyle ciğerimi oyuyor; alenen. Dostumsa nispetiyle,kıspetiyle, hasetiyle oyma(ma)k için susturuyor kendini....

Bir katil ne de namuslu bir siyasetçiden. Hiç değilse, bütün bunlar insanlık için diye kendi egosuna peşkeş çekmez; çekse de inanılmaz...

'...."Hayat insanlar güldüğünde ciddiyetinden kaybetmediği gibi, insanlar öldüğünde de gülünçlüğünden kaybetmiyor....'
'..Kuşlar göğü terk etmiş. Onlar da bizim gibi canlarını kurtarmak için kafeslere sığınmış olmalılar..'
'..Ağzımın içinde bir eşekarısı yuvası vardı da, dudaklarımdaki mührü sökerek bir faciaya sebep olmak istemiyordum sanki...'   **** Allah'ım bu nasıl bi cümledir, Sayın Menteş, Sevgili Menteş, insaf..

'Kim bilir, belki de sadece yanlış yollar vardır. Bununla birlikte, size uygun olan yanlış yolu bulmak gerekir yine de.' Samuel Beckett

Tabii ki daha iç çektiğim çok söz var; ama okuyanlara tadı kalsın.. Şşş..

Menteş'ten bizlere gelmiş..  Dinlemelik, miss...

Bir şey yap Met!

Bir şey yap Met! Artık korku filmlerini bir Sana/Becel yumuşaklığında izleyemiyorum. Biraz da bugünlerde bir elimde 10 yerine 5 parmak olmasının melankolisiyle, gözlerimi nasıl bir karanlığa hapsedeceğimi şaşırıyorum. Ama tüm dehşet, hedonist bir şeytanın zihnimde ibadete girişmesiyle kulaklarımdan vicdanıma doluyor. Kelimeler süslü falan değil, benim içim zehirli bir sessizlikte sadece.
Bir şey Met!
Seni bu sayfayı doldurmak için çağırmıyorum. Ziyan edilmiş bir ormanın nefesini, bir de zihnimden kusulan bir hezeyanla kirletmek değil niyetim. Kirleniyorum Met. Tanrı kendini öldürdü. Ve onsuz bir dünyada, insanoğlunun birbirlerinin etini yiyişlerini seyrediyor gibiyim. Dişlerini geçirmenin hazzını yaşamak için başarıyorlar, ezilenin sadece onur, emek, vicdan olduğu günleri özlüyorum. Edebimizi muhafaza edelim dediğimiz günler; kırbaçlarla birbirimizin namusunu gütme uğruna, yüz yüze tükürme seramonisine dönüştü.
Bir şey! yap Met! Gözümden irin akıyor sanki. Serenadlar duyuyorum penceremin pervazından, çığlık çığlığa bir orgazm telaşesine dönüştü aşk. Acısını çıkartıyoruz üstümüzdeki her sövgü lekesinin; kaktüsten bir eldiven giyip, karşımızdakini okşayarak. Ellerimiz temiz kalıyor. İnsanlık izi bırakmıyoruz yakalanmamak için.
Yoksa..

2 Mayıs 2011

0311

Safiye makamından yazsam,
Özümden akmış olmayacak mısın?

4 Harî Ve'fasılayı...

Bütün kitaplar, en küçük puntolarını seçiyorlar.
Milyonlarca harfe boğuyorlar, göğüne baktığımız ormanın duru kadavralarını. Bir kez çıkar fırsat diyorlar, kaçırma.
Aşk diyorlar, artık yok diyorlar bu dünyada; bulduysan, bırakma.
Zaman, diyorlar; yok tamam bunu demiyorlar.
Ben, diyorum;
Zaman, diyorum: piç! Bir zinaya yakılan mevlüd sanki. Her an'ımın geçişini bana anı yazıyor. Sonra piç diyorum!; beni münafık zannediyor duyan.
Oysa. Sadece. İnsanım. Umutsuzluğu eline verilip salınan, bayramda kapı önü şeker toplayan çocuk misali.

Hanimiş Hasbam

Kesif bir kem dumanı altında duymaya çalışıyorum
Çekiç örs üzendim bîlcümle hayret ediyorlar gördüklerine.
Korkum arada kibirimle zinadan bir piç peyda ediyor
Kendime isden bir ayna yapıyorum,
           Sanırsın yüzüm ışıldıyor
Zihnimde bir oyun,
           Gelip kum saatime işliyor
Meylimin adını piç'e ikiz ediyor;
           al diyor, piç değil mi(yim) hemen alıyor.
İsdeki görüntüme baksam,
           (hasbam) hiç yaşlanmıyor.
Sustuğum yerde khakaham çatlıyor,
Çınlaması ikizin kulağına çalınıyor
Gerçi o da biliyor.
Bundan kelli, asla yaşlanılmıyor.

Çalar Saat

Uyumaya korkuyorum
Ama hangisi daha çok bilmiyorum.

3010

Sevmeyi beceremeyişim,
Soluğumu beceriyor daha ağzımdan çıkmadan
Karbondiokside boğuluyorum kapanan dudaklarımla.

Hmm

Sürekli bir şey bekler bir halim,
Telefonumda sanki kaçırılmış bir çağrı
Çağırmayı unutan biri var sanki hayatımda
Cümlenin fîzîkî resmini görünce kağıtta
Parmaklarım sana dokundu
Acıdım.

aynaN

Mümkün olsa soluk alışını durdururdum. Yanlış anlama ne sana öfleyle söylüyorum, ne de imam amcanın fazladan mesaisiyle ilgili değil bu bu mesele. Mümkün olsa soluk alışını durdururdum, çünkü sensiz 'bir' an yaşayabileceğim korkusuyla oksijene bulanıyorum her seferinde.
Seni görünce, kenimi karbondiokside boğuyorum birden bire.
Öksürük tutuyor; sen uzaktan sigaranın dumanını izliyorsun, ciğerimden dilime karışan,
Oysa kalp durmaya meylettiğinde, krize diyor, öksürükle cevap veriniz; ben sağlık ansiklopedilerinin yalancısıyım.
Oysa sen haklısın belki de, en son ansiklopedi gördüğümde, kıçım donuyordu; çünkü kıçımı örten kalın kazağım yoğurdu fermante etsin diye tencereye örtülüyordu.
Ve aşık olmanın değil karşılığı, kendisi bile vardı.
Sahi, ben yüzümü gördüm aynanda,
Aşık olmayı öğret bana diyordum.
Yalnızca delilerdi kendi kendi konuşan.
Sen susuyordun.

1 Kuzu 2 Kuzu 3 Kuzu

Yanımda oturuyordun
Retinanda kendimi gördüğümde, yaptıklarından bahsediyordun.
Gözlerimi kırptım, başım çevrilmiş diğer yanıma.
Seni göremeyince baktığım pencerenin beyaz plastiğinde
Kazıdım, acımamıştı canım.
Hâlâ 'sen' vardın yaptığımda, ve tüm isimlerini başka kadınların cümleleriyle birleştiriyor olman bile muhteşem bir bitiş gibi geliyordu.
Yanımda yatıyordun; bittiğinden haberdar olduğun güne, kaç gün daha kaldığını hesaplarken ben.

Sessizce gittim ben.
Senin kollarının arasında uyumadan az önce.

Fahişeler, Barmenler ve Bakkal Çırakları *

Gel bir oyun oynayalım diyor düğün marşımda bir kadın sesi. Benim elimde komşumun gelinlik modeli. Arkadaşımın nişanında giyeceğim kıyafetin üzerine aldığım takıyı, kotumun üstüne kemer tokası yapıp, küpürleri koltuğumun altına doldurup, gülümsememi anahtarlığından çıkarıp kapıyı kilitliyorum. Ayaklarımı evde bırakmadığıma seviniyorum. Benimle yürümezlerse, bu soğukta donardım mazallah.
Gittik.
Ev açıldı kapıdan, merhabalaştık. Sabunladım ellerimi, korkularım çeyize leke bulaştırmasın diye; tırnakları avuç içine sürtüp, parmak aralarını kenetleme usulü dezenfekte ediyoruz, bu güne kadar yaşanmış hikayelerin notası naz makamı sonlarından. Hüzzam akıyor, musluğu kapatıyorum.
Aynadakini alıp, gülümsemeyle salonda buluşup; sohbete hazırlığı tamamlıyoruz. Kahve bulaşığını dizerken; gençliğimin son aranan numaraları; yolda avuçlarıma geçiyor tırnaklarım.
Olgunlukla tırnaklarımı ayırıyorum avurdumdan, çok saygılıyım değişen (vazgeçilen) hayallere. Kaybettiğim hiç bir günün geri gelmeyeceğini anlayışıma bayılıyorum; Yıkadığım bulaşıklar başıma dert olmaz diyorum en azından.
Sigara sıkıştırıyorum arasına; elime oyuncağını verince, bıraktım numarası yapmada başarılı oluyor izlenimi veriyorken tam da; verdiğim izlenimin etkisiyle ve hatta sırf cümle kurmamak için..
Kelimeleri saçmalatsam da, durum basit kalıyor. Durum alenen; ' Ben gelemem, ama sen git, dolaş biraz. ' diyor.

Çıktığım yolun yol olmadığını söyleyenlere, yolun 'yol' değil de, ne olduğunu soruyorum. Kestirmeden yolluyor beni. Sonra 'yollu' diye günün halet-i gayesini icrâ ediyorlar kaldırım kenarında çekirdek çitlerken. Zaten ben oldum olası çok sevmişimdir ritmik bir çekirdek çitleme seansını dinlemeyi. Ergenlik sivilcelerim gelir aklıma; ki hiç yoktular, ben onları bu yüzden çok severdim. Sonra anti-aging kremlerine bakıp bakmamam gerektiğini düşünürken, kozmetik reyonundaki makyaj temizleme pamuklarının arasında gördüm onları. Geç kalmışlardı; ama ordaydılar. Kırmızıydılar, pembeydiler, beyazdılar ve aman allahım en az ' Güven bana.' diyen bir siyasetçi kadar iğrençtiler. Ergenliğimle tanışmam böyle olmuştu, kırışık kremlerinin parasını şimdilik başka alanlarda değerlendirebilirdim.
Sarı sayfalı mecmualar alıp, ordakilerin anlamlarını ' anahtar kelimeyi bulunuz ' lu çengel bulmacalardan çıkartabilirdim pekala. Bense kendimi bu dialogdan çıkartmaya meylettim. Ve halbuki aslında dışarıda olduğumu, sarı sayfalarınsa sarı değil boyasız saman kağıdı olduğunu farkettim.
Allahım, ne büyük uyanış içindeydim (!). Yıllarca bu sarı sayfaların arasındaki 5 puntolu birkaç satır için uğraşmıştım. Bu yolun sonu değilse bile, tek yönlü olduğu gerçeğiyle yüzleşmek için -evet yalan söylüyorum- perfect bir zamanlamaydı. O yeah! , idi. Ve hatta fevkaladeli mevkaladeli pek kallavi bir şey idi.

Çenem benim ayaklarımı almış sürüklerken, ben beni kahve fincanında yıkamalarına izin vermiştim.

Yedek anahtarlarım olacaktı ara sıra, soyadlarını yazıp, nazar boncuklu çınçınlarıyla dolaba asacaktım. Balayında çiçekleri sulayıp, yaz tatillerinde sulanmış bebek bezlerini kapıcıya verecektim. Nasılsa her insanın bu dünyada varoluşunun bir anlamı vardı. Ve onlar bana ' Sevgili..' diye başlayan düğün davetiyeleriyle 'dünyalı' olma şerefini bahşetmişlerdi. Diplomalı, bekar, fast-food düşkünü bir seyyal olma riskinden; kolonya ikram eden tanıdık statüsüne yükseltilmiştim.
Alıbeyköy Tevfik Aytemiz Spor Salonu'nda 625 evsiz vardı ve benimse 3 farklı ilde 8 yedek anahtarlı yakın dost hanem...
Bugün bir değişiklik yaptım, eldiven kullanmıyorum. Kış, soğuk.
Can Yücel halt etmiş; hem teşekkürler, ben çayı şekersiz içiyorum.

* Charles Bukowski nin şiirinden.

Bir Susmak

dedi ki..
     ..dedin.
dedim ki..
     ..dedin.
sussak, lafa sayarlar bu zamandan sonra.

1 Mayıs 2011

Sanma

Üzülme, tanrın hesabı ona göre kesecek. Tüm acımın adı değil, sana seslendikleri isim. Bir suçu yok annenin.
Ve ölümün ancak benim rüyamda kendi sözümden. Kulaklarının çınlaması benim öpüşümden değil, başka bir ismin ense kökünde saklanıyorum senden.
Tanrım ölmeden önce de biliyordu kendisine hakaret aşkımı.
Üzülme, yalnız sen değilsin senin yokluğunda bulduğum.
Belki bir tek azap, kendimi en son sende unuttum.


(Tüm acımın adı değil, sana seslendikleri isim =: tüm acım senden sebep değil.)

Emek & Fuck off ve Daha Nicesi

Bütün saçma sapan filmlere malzeme oluyorum. Her görüntüye takılıp kalıyorum; zihnim her aşk sahnesini çekip çıkarıyor google amcadan. Adamın sözleri bir 3.sayfa haberinden, kadınınki kasaptan elma satın almaya çalışan bir ev kadınının repliklerinden bile olsa; hepsinde bir ' Charles Bukowski'den repliklerle Julia Roberts-Albert Camus aşkı , JAvier Bardem-Giovanna Mezzogiorno aşkı '..
İtalyanca konuşuyorlar, ispanyolca sevişiyorlar, türkçe ağlaşıyorlar, ağıtları farsî.
Anlıyorum.
Karakterlerin isimlerine şaşırıyorum. Hepsi ben. Hepsi sen.
Her sahnede.
Koşuyorum. Koşuyorum. Merdivenlerden iniyor, kapıları açıp nefes nefese yokuşu bitiriyorum. Ellerim dizİMlerimi kanatıyor, omzumdan bir el beni sana çeviriyor. Tam sarılacakken 1.kısım bitiyor. İnternet 2.kısmı koyuyor önüme. Tık. Continue. Full screen. Volume up. Merdivenlerden atıyorum kendimi basamak basamak, ayaklarım kayıp düşmesin kendi ıslaklığından diye adını bağırıyorum, arkandan koşarken bir anlığına seni kaybetme ihtimali boynumdan tam 4.omura saplıyor kendini. Soluksuz koşmak bir çeviri hatası değilmiş meğerse; tüm bir geçmiş, şimdiki zamanımı durdurmak üzere.
Koşuyorum.
Gün ağarıyor. Batıyor. Yemek yiyor, tuvalete gidiyor, saçlarımı bağlıyorum.
Orada bir kadın koşuyor.
Adam tam zamanında gözyaşını yakalıyor, ıslatmadan kadının aşkını.
Tek solukta yaşıyorlar.
Ben salon, oda, bina, sınıf, büro onları seyrediyorum.

Sırılsıklam, ağlıyorum.

Başlık: And Oscar goes to...sevmek neydi? emek hangi fuck off un üstesinden gelirdi?

29 Nisan 2011

Analiz Arası

Ağlamamıştım da o kadar gözyaşı nereme kaçmıştı. Gayet sağlıklı bir bireydim, en azından dahiliye raporları nazarında. Uzun uzun düşündüm; tane hesabına geçmek üzereydim ki, gözyaşlarımın izini buldum. Meğer bunca zaman, onları neremden çıkartacağımı bilmediğimden; koyvermeyip bilimum yerlerimden vahde-i vücud eyletmiştim. Göz pınarlarımın aynada yaratacağı etki hoşuna gitmeyince; ter-kıl-tüy kökü besleme, plastik kaplarda üre-ürik yerine protein rastlanacağı bir duruma geçiş yapmıştım.
Bunu keşfetmemle, ışığa doğru yürüdüm. Merdivenleri yavaş yavaş çıkıyordum; "ağır ağır çıkacaksın merdivenleri" diyenlere arka tarafım dönüktü. Yanlış anlamaya gerek yok, merdivenleri çıkarken kaidem kütüphanye dönüktü ve gözlerim tepkisizce ışıkta yürüyordu. Sonra ışığı kağatıp, kapıyı çektim; malum, elektrik faturası fazla geliyordu. Hâlâ hayatımın faturalarının üzerinde harfli sayılı kodlar ve hiçbir gözün 'yiyosa görme' lafı altında kalamayacağından kabul edip, nüfus cüzdanında yazan adın beyanatında bulunulduğu zamanlardaydım. Aslında ve belki ve Hollywood amcayla, William Hanne'nın ruhu şad olsun ki bu sayılar kodlarla bezeli sınav kağıtları hayatımı boka çevrimekten daha fazlası olabilirdi. Bir ajan aşk mektubu, bir secret service öğle yemeği menüsü, Clinton'ın sevgili sevdiceğinin kaç beden takke giydiğinin şifrelenmiş metni..
Kimbilir.

Karakoncolos

Kazayakların dudaklarımın kenarındaki ıslaklıkla bakıyor.
Ağzının tüm laneti, gözünde piç bir açlık.
Yaşın, biriktirttiğin yaşların neminden taze.
Sarma kollarımı, kokun bana lanette.
Duam diline karıştı,
Sesi bir gece sanrısı.
Masalın var göbeğinin altından,
Masumiyetime sızan.
Göğsümün altında gözü dönmüş bir kader, seni kan sanıyor.
Sanrımın sonu, uyuyan ellerini arıyor.

Şizofrenim İskata* Gebe

(* iskat=kürtaj)

Parça parça veriyorum bebeğimi
Rahmim özümün tüm hücrelerini kanatıyor intikam meşrebinden
Bir alak olmaya meyletmiş delikanlımın serini oyuyorum neşterle
Göz yuvarlarına dökülen salgıyla tükürüyor kendini benden.
Bebeğim, kendini küfür ediyor bana.
Parça parça çatlıyor damarlarım,
Kopan deri parçaları bacaklarımda seksi dövme nakışları
Bebeğim dökülüyor aşağı.
Aşağılık bir sahneden soluyorum bende,
             sesimde ağlak kahkahaların gürültüsü
Bebeğim bulaşıyor ellerime.
Sesi, darmadağın lekeler.
Şimdi ben bu ped'i gömmeli miyim?

Kale Kaçmazı

Kalem,
Bugünlerde herkes başka bir alem.
Sen durmadan parmaklarıma tecavüzde,
Şehir annemin haline hatrına teveccühte.
Kalem,
Adımı verme.
Bugünlerde herkes bir yabancı.
Adımı söylüyorlar bana,
         yok beni dinliyorum.
Adımı verme kalem, bilmeyeyim.
Gözüm bir tek sana sürer yüzünü
Retinamda kılcal damarların intiharı.
Dikkat.
Geliyorlar. Bir çirkef kumkuması kusacaklar.
Sakın. Öclerini ifritliyorlar,
Dur. Beni biliyorlar.
Lavğ edecekler; içimde isimlerin kokuşmuş kanalizasyonu.
Dikkat.
Kalem, beni kale'mden ediyorlar.
Geliyorlar

Arabesk

Sevemediğim adamlara yazdığım şiirler ah
Namusumu temizliyor, kendime karşı
Aşk acısıyla yıkıyorum yaralarımı
İsimler bastırıyorum
Karamerhem usulü işliyor tüm damarlarıma adları
Kara gülgeleri yansıyor kemiklerimden yansıyan ışıkta
Mezarlığıma defni bekleyen kabuklarımdan bir bedenle.

Edeb.

Sırf söylediğin şarkıyı susturabilmek için bir dkdan fazla. Ki karnımda bir ağrı; sancıdığında aklıma gelmiyorsun ama 1 dkdan fazla sürmüyor; ne yazık. Şarkın kulağımda dans ediyor. benimle. Gözlerin alay etmekte, 'ben gittim, kapıyı ardımdan ört' dedirtiyor; ama senin şarkından onu bile hatırlamıyorum. Sırf susturabilmek için bir dkdan fazla. Şarkılara boğuyorum kendimi.
Arşivlerdeki fotoğrafları unutmuş olabilseydim bakabilirdim oysaki tırnağımın ucundaki vitamin eksikliğine. Gözlerim dolunca, kulak zarlarımdan şüphelenmeyi gammazlamazdı bilinçaltım. Freud ölmüştü ve bunu en iyi senin kollarında uyuduğum gece anlar sanmıştım rüyalarım.
Alerjim patlıyor elimin serçe parmağıma uzanan kenarında. Kırmızı bir tenya artığı şekli var, annem bana hamileyken ne yemiş acaba diye geçiyor aklımdan. Oysa tüm çabam konudan Uzaklaşmak için, ilgilenmiyorum nasıl oksijenle sustuğumla, okjisensiz bir susuşun gamındayım bu an. Karbondioksidinle boğulmayışım boğazlıyor beni; Ve Oxford dan bilim adamları onaylıyor bunu. Diyor, korteksinde parmak uçlarının dokunmuşluğu kalır; sesten, serden, nefesten çok. Adı, diyor; Freud çıkıp cevabı duymayışıma kahkahayı basıyor. Annen.. diyorum sevgili Freud, yüzü değişiyor.
Bilincimin altı üstü, oturduğum yeri yerçekiminden sallıyor. Freud'un annesinden vazgeçip, Jüpiter'e küfrediyorum. Krater, yer,yüz; dümdüz.. ..gidiyorum. Gidiyorum.
Gidiyorum, sen iki nokta arasındaki mesafede yoksun. Denklemlerim karışıyor, bir adam bağır çağır analığıma küfrediyor. Doğmamış çocuklarımın yüzleri, ölü bir cenin, rengi yeşil.
Sen, ben, yeşil ceninlerimiz.
Uyanasım tutuyor, ordan Freud gülüyor.
Sana bakıyorum, dokunmuşluğum var
utanıyorum olmayışından.
Susmak edebimden. Yoksa ortalık yerde ıslatıyorum, yer gök buğu.
Sen yoksun. Kendime hatırlatıyorum.

Norepinephrine, Melatonin, Kortizol ve Phenethylamine: Noluyo lan!

Uyanıp sıçradığında elimi koyuyordum inip kalkan göğsüne. Rüyandan uyanıp, hatırlayamadığım gözlerini koyuyorsun önüme. Uyuduğumu hatırlamıyorum. Kokunla uyanıyorum sabah.
Uyuduğumu hatırlamıyorum yine bir kaç gündür.
Yatağa uzanıyorum,
yastık büyük, omzumun üstünde yorganın saçma hafifliği. Nefes alıyorum, metronom talebinde bulunacak akciğerlerim utanmasa; nefesi bırakmaya öyle meyilsiz. Sırtımda bir boşluk, ortapedik yatak omurgayı koruyor daha çok; beynim frontal korteksi ile ağır bir sınavda. Kıs kıs gülüyorum çabasına, çünkü onun aksine ben seni, biliyorum.
Pembe dizi bir romantizm içinde olsaydım,
Özlemenin dibi, ucu, kıçı, başı komple uykusuzluk yapıyor bende diyemezdim.
Öyleyse susalım.
Zaten sen yoksun.

(tı)

Olmayışın olmasaydı
Kendimle kalacaktım
Kaldığım, durulmaz olacak(tı).

Sevgili Kapitalizm...

Kapitalizm hanım ağa kılığında olabilir, ama orospu asla. Korunması gereken onun dişi değil, onun dişinin geçtiği senin kıçındır.
--
Klişe beni boğuyor. Sabit bir ses tonuyla çok ciddi bir konuya yorum yapan insanlaraysa bayılıyorum.

Arabeskio

Merdivenlerde ıslandı yanağım.
Yürüyordu 2 ayak üzerinde dünyevî bir yığın.
Yanağı kuru ve bacağım ıslaktı.
Oysa 2 ayak üzerinde durmak, başı dik olmayı gerektiriyordu.
Zaman yerçekimi değil,
             kemin gama vuruşu usulü işliyordu
Gözüm bu işe, çok 'acı'yordu.

0111

dedin ki..
şey gibi..
gitme!
sesin uzaktan geliyor olmasaydı
sustum zannederdim bilmeyip.

Mathilda! ....!

Mathilda, öldün diyorlar. Söyleme ben gömdüğümde hâlâ canlı olduğunu.