5 Ağustos 2012

Sövmece

Söylediğin şarkı kulağımda dans ediyor benimle. Sırf susturabilmek için zihnimi 1 dakikadan fazla; şarkılara boğuyorum kendimi.
Arşivlerdeki fotoğrafları unutmuş olsaydım bakabilirdim oysaki, tırnağımın ucundaki vitamin eksikliğine gözüm takılacağına. Gözlerim dolunca, kulak zarlarımdan şüphelenmeyi gammazlamazdı bilinçaltım. Freud ölmüştü ve bunu en iyi senin kolunda uyuduğum gece anlar sanmıştım rüyalarım.
Alerjim patlıyor elimin serçe parmağıma uzanan kenarında. Kırmızı bir tenya artığı şekli var, annem bana hamileyken ne yemiş acaba diye geçiyor aklımdan. Oysa tüm çabam konudan uzaklaşmak için, ilgilenmiyorum nasıl oksijenle sustuğumla, oksijensiz bir susuşun gamındayım bu an. Karbondioksidinle boğulmayışım boğazlıyor beni; Ve Oxford'dan bilim adamları onaylıyo bunu. Diyor, insan korteksinde parmak uçlarının dokunmuşluğu kalır; sesten, serden, nefesten çok. Adı, diyor; Freud çıkıp cevabı duymayışıma kahkahayı basıyor. 'Annen..' diyorum sevgili Freud, yüzü değişiyor.
Bilincimin altı üstü, oturduğum yeri yerçekimden salıyor. Freud'un annesinden vazgeçip, Jüpiter'e küfrediyorum. Krater, yer, yüz; dümdüz.. ..gidiyorum. Gidiyorum..
Gidiyorum, sen iki nokta arasındaki mesafede yoksun. Denklemlerim karışıyor, bir adam bağır çağır analığıma küfrediyor. Doğmamış çocuklarımın yüzleri, ölü bir cenin, rengi yeşil.
Sen, ben, yeşil ceninlerimiz.
Uyanasım tutuyor, ordan Freud gülüyor.
Sana bakıyorum, dokunmuşluğum var utanıyorum olmayışından.
Susmak edebimden. Yoksa ortalık yerde ıslanıyorum, yer gök buğu.
Sen yoksun. Kendime hatırlatıyorum.
Sürekli bir şey bekler gibi bir hâlim,
Telefonumda sanki kaçırılmış bir çağrı
Çağırmayı unutan biri var sanki hayatımda.
Cümlenin fiziki resmini görünce kağıtta
Parmaklarım sana dokundu.
Acı'dım.
Merdivenlerde ıslandı yanağım.
Yürüyordu 2 ayak üstünde dünyevî bir yığın.
Yanağı kuru ve bacağım ıslaktı.
Oysa 2 ayak üzerinde durmak, başı dik olmayı gerektiriyordu.
Zaman yerçekimi değil, kem in gama vuruşu usûlü işliyordu.
Gözüm bu işe, çok 'acı'yordu.

Geçmişten Küçük Bir Gezi Karalaması: Frankfurt, Wroclaw, Warsaw, Villnius,

Frankfurt: Küçük Almanya. Sokakları, avenue suyla Tübingen (Stuttgart) benzeri bir şehir. Ufak müzeleri klasik Alman yapıları, üçgen çatıları. Fiyatlar pahalı. 'Turist' para harcamalıdır zihniyeti var. Wroclow için tren 06:30 da kalkıyor. Dün gece havaalanında sabahladık. Yerde paltoların üzerinde balık istifi 13 öğrenci. Gece soğuğunda uyandım herkes uyurken, soğuktan tekrar uyumak mümkün olmadı. Turladım, sandalyelerde, banka automatlarının önündeki paspaslarda uyuyan insanlara baktım. Europe da ilginçtir ki meyve sayı bulmak (bu tarz ara pointlerde) pek mümkün değil. Tek seçenek: kahve. Uykusuz gece 1. Sabah muhteşem(!) Rynair otobüsleriyle Wroclaw'dayız.

Wroclaw: Tren garında ilk indiğinizde kendinizi küçücük bir istasyonda buluyorsunuz. Şehir hakkında ilk izlenimleriniz.. Fakir bir şehir; ve bütün fakir şehirler gibi en zenginleri de bünyesinde barındırıyor. Designer shoplardaki fiyatlar dudak uçuklatıcı. 4 zt= 1 Euro olmasına rağmen hem de. Yiyeceklerin fiyatları uygun; ama hayat orada yaşayanlar için zor. İstanbul'da 70 yıl öncesinden mekanlar, Çin'deki gibi küçük büfe tarzı lokantalar. Bol hormonlu gıdalar. Kızarmış yarım tavuk 8 zt. Wroclaw'dan Warsaw'a geçiyoruz. Yolculuk yaklaşık 8-9 saat sürüyor.

Warsaw: Wroclaw yüzünü gördükten sonra Warsaw'ın güzelliği sizi şaşırtıyor. Polonyayı gerçekten sevdiriyor. Warsaw'ın sokaklarında daha fazla zaman geçirmek için can attım resmen. 1 gün ve Warsaw, aynı cümle içinde kullanılmamalı. Antik yüzünde, melodramik fairytale lerden çıkmışçasına evler. Farklı architectural design lar, farklı dönemlerden kalmış/ restore edilmiş farklı tarzlar. Hannah'ın arkadaşı Malvina'ya sonsuz teşekkürler. Dublingslerle (bir çeşit mantı) tanışmak da güzeldi tabii. Sokaklarında akşamı karşılamak desek, ışığın yürümenizle durmanız arasında bir noktada sizi zorladığını hissedersiniz. Warsaw'dan Villnius'a (Litvania) yolculuk Euroline'la 10 saat. Polonya'dan ayrılma zamanı. Hostelin adı: "La Camera". Güzel ve temiz. 'Barcelona Barcelona' filmi yönetmeninin resimlerinin asılı olduğu, duvarlarında Pink Panter boyamalarının olduğu bu hostel de Warsaw'a daha fazla anlam kattı.

Villnius: 1 € = 15 lt, Litvanyadayız. Küçük ve sevimli bir kafedeyiz şu anda. Kötü değil, ama vaktimizin çoğu 2 gece otobüste geçtikten sonra duş almakla geçti. Bu şehre çok zaman kalmadı....

......

Bundan sonrasını yazdığım sayfalar yolculuk sırasında kaybolmuş olmalı.
Bir kadın tüm acılarını avuçlarında sıkarmışçasına şarkı söylüyor. Yüzü bir parafili krizindeymiş gibi. Ağıtları, merhaba sözleriyle ağlıyor.
Kalçamın üstünde soğuklu var, bu kahrolası kadın yakıyor soğuğumu, çığlığı batıyor canıma.
Zihnim bunun farkındalığına bile sövüyor.
.....km ötedeyken yanıma ilişiyorsun.
Yüzüne bakmam. Gözümde ağıtlardan hikayelerim var.
Bakınca okuyacakmışsın gibi yığılıyorlar.
Derime değen gün ışığının büyütemediği bir durum, umrumun hala var saymadığı yedi düğüm bir uğurum var.
Kem’den, sen’den, di’li geçmiş zamandan can-hıraş sakındığım.
Cevaplamadığın bin soru, gözümde bir dalgınlık,
Nefesimi tuttum, hadi; elma dersem çık; alma dersem,tut.
Kayıp bir yoldayım.
Zihnim ne öfkeli ne kırgın ne kızgın.
Derin ve uzun bir sessizlik.
Güneş doğuyor, batıyor; doğuyor, batıyor.
Biz onunla susuyoruz.
Boğazlarımızda bu suskunluğun acısı.
Kıyımlar kopuyor dilinin kıyılarında.
Sessiz.
Dingin kelimesi, sadece bir dil sürçmesi bu vakitte.