15 Ağustos 2013

Neredeyse nereye yazacağımı bile bulamıyordum. Yazmayalı insanların hala latin alfabesiyle bir sergüzeştte olmalarına şaştım, ben  yokken de sayfalar akıyormuş , hayret (!).  Sergüzeşt kelimesi nereden çıktı demeyelim, onun geldiği nostaljik zamanlardan hatıralarımı tanzim ediyorum bugünlerde. (Kaldı ki okurken de pek severdim.) Sen oraya, bu şuraya, hmmm.. e bu da buraya, oldu tamam!
Ciddi kararların arifesindeyken yazı yazamıyorum.. Ne kadar uzun zamandır, ne kararlar geçmiş üzerimden düşünün yani.. Nietzsche efendi ne diyordu, kaos - doğurmak - yıldızlar.. , siz birleştirin gerisini.
Bu arada çok okudum, çok izledim, çok gözlemledim. 'Bana' günler kattım.. Şarkılar biriktirdim, dinlerken susuyorum, öyle.. Tam da yeni dostlarla tadını çıkarmalık, pazar sabahısı olur, aksamların efkarı olur..
Tabii bir de bütün yaratıcılığımı 'o' insanla didişmelerimizde kullanmaktan, yazmaya sıra gelmedi.

*

Bu sıralar gerekli gereksiz çok şeyi özlüyorum. Saymayayım şimdi, liste uzun.. Yaşlılık dedikleri şey, biraz önceki özlemli cümleleri yazıp da duraksadığımız bir 'an' var ya, o birkaç saniye işte.. Hemen bu cümleleri yazarken, altta ne çalıyor sahneye yansıtalım.. Yansıtalım ama filmin adını unuttum desem..
Funda Arar'ı çok seven bir dostla gitmiştik, okuyorsa selam olsun..
2. Dünya Savaşı Almanya'sında geçiyordu sanırım film, büyük yönetmenlerden birinin filmiydi, şöyle bir sahne  vardı.. Subaylar ve devlet liderlerinin geldiği bir tiyatro ya da sinema salonunda bir anda ekrana alevler yansıyordu.. Ve onun üzerine de kahkaha adan bir adam yüzü yansıtıyorlardı, dahice ve zevkli bir sahneydi. Hatırlayan olursa yazsın lütfen..

*

Görüşürüz..

5 Ağustos 2012

Sövmece

Söylediğin şarkı kulağımda dans ediyor benimle. Sırf susturabilmek için zihnimi 1 dakikadan fazla; şarkılara boğuyorum kendimi.
Arşivlerdeki fotoğrafları unutmuş olsaydım bakabilirdim oysaki, tırnağımın ucundaki vitamin eksikliğine gözüm takılacağına. Gözlerim dolunca, kulak zarlarımdan şüphelenmeyi gammazlamazdı bilinçaltım. Freud ölmüştü ve bunu en iyi senin kolunda uyuduğum gece anlar sanmıştım rüyalarım.
Alerjim patlıyor elimin serçe parmağıma uzanan kenarında. Kırmızı bir tenya artığı şekli var, annem bana hamileyken ne yemiş acaba diye geçiyor aklımdan. Oysa tüm çabam konudan uzaklaşmak için, ilgilenmiyorum nasıl oksijenle sustuğumla, oksijensiz bir susuşun gamındayım bu an. Karbondioksidinle boğulmayışım boğazlıyor beni; Ve Oxford'dan bilim adamları onaylıyo bunu. Diyor, insan korteksinde parmak uçlarının dokunmuşluğu kalır; sesten, serden, nefesten çok. Adı, diyor; Freud çıkıp cevabı duymayışıma kahkahayı basıyor. 'Annen..' diyorum sevgili Freud, yüzü değişiyor.
Bilincimin altı üstü, oturduğum yeri yerçekimden salıyor. Freud'un annesinden vazgeçip, Jüpiter'e küfrediyorum. Krater, yer, yüz; dümdüz.. ..gidiyorum. Gidiyorum..
Gidiyorum, sen iki nokta arasındaki mesafede yoksun. Denklemlerim karışıyor, bir adam bağır çağır analığıma küfrediyor. Doğmamış çocuklarımın yüzleri, ölü bir cenin, rengi yeşil.
Sen, ben, yeşil ceninlerimiz.
Uyanasım tutuyor, ordan Freud gülüyor.
Sana bakıyorum, dokunmuşluğum var utanıyorum olmayışından.
Susmak edebimden. Yoksa ortalık yerde ıslanıyorum, yer gök buğu.
Sen yoksun. Kendime hatırlatıyorum.
Sürekli bir şey bekler gibi bir hâlim,
Telefonumda sanki kaçırılmış bir çağrı
Çağırmayı unutan biri var sanki hayatımda.
Cümlenin fiziki resmini görünce kağıtta
Parmaklarım sana dokundu.
Acı'dım.
Merdivenlerde ıslandı yanağım.
Yürüyordu 2 ayak üstünde dünyevî bir yığın.
Yanağı kuru ve bacağım ıslaktı.
Oysa 2 ayak üzerinde durmak, başı dik olmayı gerektiriyordu.
Zaman yerçekimi değil, kem in gama vuruşu usûlü işliyordu.
Gözüm bu işe, çok 'acı'yordu.

Geçmişten Küçük Bir Gezi Karalaması: Frankfurt, Wroclaw, Warsaw, Villnius,

Frankfurt: Küçük Almanya. Sokakları, avenue suyla Tübingen (Stuttgart) benzeri bir şehir. Ufak müzeleri klasik Alman yapıları, üçgen çatıları. Fiyatlar pahalı. 'Turist' para harcamalıdır zihniyeti var. Wroclow için tren 06:30 da kalkıyor. Dün gece havaalanında sabahladık. Yerde paltoların üzerinde balık istifi 13 öğrenci. Gece soğuğunda uyandım herkes uyurken, soğuktan tekrar uyumak mümkün olmadı. Turladım, sandalyelerde, banka automatlarının önündeki paspaslarda uyuyan insanlara baktım. Europe da ilginçtir ki meyve sayı bulmak (bu tarz ara pointlerde) pek mümkün değil. Tek seçenek: kahve. Uykusuz gece 1. Sabah muhteşem(!) Rynair otobüsleriyle Wroclaw'dayız.

Wroclaw: Tren garında ilk indiğinizde kendinizi küçücük bir istasyonda buluyorsunuz. Şehir hakkında ilk izlenimleriniz.. Fakir bir şehir; ve bütün fakir şehirler gibi en zenginleri de bünyesinde barındırıyor. Designer shoplardaki fiyatlar dudak uçuklatıcı. 4 zt= 1 Euro olmasına rağmen hem de. Yiyeceklerin fiyatları uygun; ama hayat orada yaşayanlar için zor. İstanbul'da 70 yıl öncesinden mekanlar, Çin'deki gibi küçük büfe tarzı lokantalar. Bol hormonlu gıdalar. Kızarmış yarım tavuk 8 zt. Wroclaw'dan Warsaw'a geçiyoruz. Yolculuk yaklaşık 8-9 saat sürüyor.

Warsaw: Wroclaw yüzünü gördükten sonra Warsaw'ın güzelliği sizi şaşırtıyor. Polonyayı gerçekten sevdiriyor. Warsaw'ın sokaklarında daha fazla zaman geçirmek için can attım resmen. 1 gün ve Warsaw, aynı cümle içinde kullanılmamalı. Antik yüzünde, melodramik fairytale lerden çıkmışçasına evler. Farklı architectural design lar, farklı dönemlerden kalmış/ restore edilmiş farklı tarzlar. Hannah'ın arkadaşı Malvina'ya sonsuz teşekkürler. Dublingslerle (bir çeşit mantı) tanışmak da güzeldi tabii. Sokaklarında akşamı karşılamak desek, ışığın yürümenizle durmanız arasında bir noktada sizi zorladığını hissedersiniz. Warsaw'dan Villnius'a (Litvania) yolculuk Euroline'la 10 saat. Polonya'dan ayrılma zamanı. Hostelin adı: "La Camera". Güzel ve temiz. 'Barcelona Barcelona' filmi yönetmeninin resimlerinin asılı olduğu, duvarlarında Pink Panter boyamalarının olduğu bu hostel de Warsaw'a daha fazla anlam kattı.

Villnius: 1 € = 15 lt, Litvanyadayız. Küçük ve sevimli bir kafedeyiz şu anda. Kötü değil, ama vaktimizin çoğu 2 gece otobüste geçtikten sonra duş almakla geçti. Bu şehre çok zaman kalmadı....

......

Bundan sonrasını yazdığım sayfalar yolculuk sırasında kaybolmuş olmalı.
Bir kadın tüm acılarını avuçlarında sıkarmışçasına şarkı söylüyor. Yüzü bir parafili krizindeymiş gibi. Ağıtları, merhaba sözleriyle ağlıyor.
Kalçamın üstünde soğuklu var, bu kahrolası kadın yakıyor soğuğumu, çığlığı batıyor canıma.
Zihnim bunun farkındalığına bile sövüyor.
.....km ötedeyken yanıma ilişiyorsun.
Yüzüne bakmam. Gözümde ağıtlardan hikayelerim var.
Bakınca okuyacakmışsın gibi yığılıyorlar.
Derime değen gün ışığının büyütemediği bir durum, umrumun hala var saymadığı yedi düğüm bir uğurum var.
Kem’den, sen’den, di’li geçmiş zamandan can-hıraş sakındığım.
Cevaplamadığın bin soru, gözümde bir dalgınlık,
Nefesimi tuttum, hadi; elma dersem çık; alma dersem,tut.
Kayıp bir yoldayım.
Zihnim ne öfkeli ne kırgın ne kızgın.
Derin ve uzun bir sessizlik.
Güneş doğuyor, batıyor; doğuyor, batıyor.
Biz onunla susuyoruz.
Boğazlarımızda bu suskunluğun acısı.
Kıyımlar kopuyor dilinin kıyılarında.
Sessiz.
Dingin kelimesi, sadece bir dil sürçmesi bu vakitte.

7 Temmuz 2012

ŞŞTT !!!!

bilmeyenler için, aktif adresim  =>  => lasramblasdabirpic2.tumblr.com

Sanki daha çok oradayım gibi..

1 Eylül 2011

Karşılıklı bir aşk savaşındayız
İki galip suratlı mağlup yürüyoruz sevişerek.

14 Temmuz 2011

Sevişelim gitsin.

Bir adam seviyorum, sana benziyor.
Bir adam, seviyorum sana benziyor.
Senin adını sesleniyorum bakıyor.
Gördüğü sen.
Sen, diyorum..
Ben, diyorsun..
...
...
Sen, diyorum..
Ben, diyorsun..

Goran BirBenBirOPiç

Benim küçük kızım.
Gelme.


Sesin bir çingene avazında yırtılıyor.

Pavese fırçalaması

"Eski bir angarya" demişti Pavese.
Onun yükündeyim.
Trieste'de otel odasında benden küçük bir orospu.
Kahkahası büyüyor gözünde.
"Eğer yaşıyorsak, bunu bir başkasının kirletilmiş cesedine borçluyuz" diyorsun.
İşin başından aşkın; susmuyorsun.

run lola, goş daçmin, haydi bre yiğitler: davşanın dötü donmuş

Bir şiirde geçer, "katlanılması en kolay, başkasının acısı". Cevaplar değil maalesef bazen insanı yoran, acıtan; soruların teksesliliği.
Hayatın değişik oyunları var sizin farkında olmadan oynayadaldığınız. % de 100 garanti diyor, turuncu turuncu sallıyor bir ipin ucunda. Koş tavşan koş, tavşan hadi koş. Ritmik hikâyelerin ucundan, silme küfür, silme ümit, silme telaş geçiyoruz; hikâyeler ritmik: sen, anan, ananın anası, ve hâtta babası, hikâyenin sadece kronolojik sıralaması.
Cevaplamak istemediğin soruların cevapları, sefa ve cefa diye özet geçilmiş; masal ki, Tanrıya yaktığın dua tonundan.
Yakarıyorum, Tanrı üstüne alınıyor; kadere 2 çizik, seçime tesadüfe birer -,+. Analitiksel olarak baktığında nefes alışın bu dünyada bir 'Hoca' fıkrası.

"Fakat sonra hayat etten ve kandandır..." *

Bir ara aşık oldum, tam olarak ne zamana denk geldi hatırlamıyorum. Aşık olduğumda artık çok geçti. Geçti; eski tek kişilik planlarıma cesur özgür kız edasıyla devam etmek için. Bunun yakınışını ortaya sürmeye gerek yok; karşılığında tenine karışan bir ter kokusunu sindiriyorsun, zaman duruyor; gelecek, senin, odanın, kapının, evin, şehrin, havanın dışında kalıyor. İçerinde bir sen, bir ondan parçalar..
Bir yazar, "sevişirken ne güzellik yakışıklılığın, ne de mevkii ya da şıklığın kaldığını söylemişti. Öyle, katılıyorum; göz parça parça topluyor. Bir parça gözünü görüyorsun, tek gözünü ama. Omzunun bir köşesini. Parmağının bir ucunu. Kırmızı Christian Louboutin ayakkabılarının ince topuklarını.
Tek kişi olma hakkını yitireceksin, tek kişi de kalmamış olacaksın ama o ayrı. Bir sabaha karşı, uyumaya hazırlanırken, camı açıp, önüm arkam sağın solum 'ben'im edasıyla sabahının da senin olması hissini, Ankara'daki başka kadınların uykusuzluklarına armağan edeceksin. Sabah ayazının gri-mavi-beyaz mevkiisinin varlığı, onların varlığına armağan olsun..misali.
Hangisi doğru olan, vazgeçmeden bana dair sözlerden, cümlelerden olmaz mı 2, 3, bilemedin 5 kişilik hayatlar. Orta noktada buluşmak dediğimiz, nerenin ortasına düşüyor; başıyla sonu arasındaki fark, bir gün vitrin camında yansımamı gördüğümde, engel olur mu mesela derin bir nefes çekmeme. Çekip gitmeme, çekmeden koluna girerek gidişime, engel olur mu bir çokluk.
Çoklukla azlık, ben değiştiğimde bir 3.tekil şahıs zamiri değil de, 3.tekil kişi ismiyle yine aynı kalır mı; kalınır mı?
Şimdi çok oluşumuz, az gelir mi birgün? O azlık nasıl gider? Bu çokluk ne kadar çoktur aslında?

*Ece Temelkuran başlık armağan etti.

29 Haziran 2011