2 Mayıs 2011

Fahişeler, Barmenler ve Bakkal Çırakları *

Gel bir oyun oynayalım diyor düğün marşımda bir kadın sesi. Benim elimde komşumun gelinlik modeli. Arkadaşımın nişanında giyeceğim kıyafetin üzerine aldığım takıyı, kotumun üstüne kemer tokası yapıp, küpürleri koltuğumun altına doldurup, gülümsememi anahtarlığından çıkarıp kapıyı kilitliyorum. Ayaklarımı evde bırakmadığıma seviniyorum. Benimle yürümezlerse, bu soğukta donardım mazallah.
Gittik.
Ev açıldı kapıdan, merhabalaştık. Sabunladım ellerimi, korkularım çeyize leke bulaştırmasın diye; tırnakları avuç içine sürtüp, parmak aralarını kenetleme usulü dezenfekte ediyoruz, bu güne kadar yaşanmış hikayelerin notası naz makamı sonlarından. Hüzzam akıyor, musluğu kapatıyorum.
Aynadakini alıp, gülümsemeyle salonda buluşup; sohbete hazırlığı tamamlıyoruz. Kahve bulaşığını dizerken; gençliğimin son aranan numaraları; yolda avuçlarıma geçiyor tırnaklarım.
Olgunlukla tırnaklarımı ayırıyorum avurdumdan, çok saygılıyım değişen (vazgeçilen) hayallere. Kaybettiğim hiç bir günün geri gelmeyeceğini anlayışıma bayılıyorum; Yıkadığım bulaşıklar başıma dert olmaz diyorum en azından.
Sigara sıkıştırıyorum arasına; elime oyuncağını verince, bıraktım numarası yapmada başarılı oluyor izlenimi veriyorken tam da; verdiğim izlenimin etkisiyle ve hatta sırf cümle kurmamak için..
Kelimeleri saçmalatsam da, durum basit kalıyor. Durum alenen; ' Ben gelemem, ama sen git, dolaş biraz. ' diyor.

Çıktığım yolun yol olmadığını söyleyenlere, yolun 'yol' değil de, ne olduğunu soruyorum. Kestirmeden yolluyor beni. Sonra 'yollu' diye günün halet-i gayesini icrâ ediyorlar kaldırım kenarında çekirdek çitlerken. Zaten ben oldum olası çok sevmişimdir ritmik bir çekirdek çitleme seansını dinlemeyi. Ergenlik sivilcelerim gelir aklıma; ki hiç yoktular, ben onları bu yüzden çok severdim. Sonra anti-aging kremlerine bakıp bakmamam gerektiğini düşünürken, kozmetik reyonundaki makyaj temizleme pamuklarının arasında gördüm onları. Geç kalmışlardı; ama ordaydılar. Kırmızıydılar, pembeydiler, beyazdılar ve aman allahım en az ' Güven bana.' diyen bir siyasetçi kadar iğrençtiler. Ergenliğimle tanışmam böyle olmuştu, kırışık kremlerinin parasını şimdilik başka alanlarda değerlendirebilirdim.
Sarı sayfalı mecmualar alıp, ordakilerin anlamlarını ' anahtar kelimeyi bulunuz ' lu çengel bulmacalardan çıkartabilirdim pekala. Bense kendimi bu dialogdan çıkartmaya meylettim. Ve halbuki aslında dışarıda olduğumu, sarı sayfalarınsa sarı değil boyasız saman kağıdı olduğunu farkettim.
Allahım, ne büyük uyanış içindeydim (!). Yıllarca bu sarı sayfaların arasındaki 5 puntolu birkaç satır için uğraşmıştım. Bu yolun sonu değilse bile, tek yönlü olduğu gerçeğiyle yüzleşmek için -evet yalan söylüyorum- perfect bir zamanlamaydı. O yeah! , idi. Ve hatta fevkaladeli mevkaladeli pek kallavi bir şey idi.

Çenem benim ayaklarımı almış sürüklerken, ben beni kahve fincanında yıkamalarına izin vermiştim.

Yedek anahtarlarım olacaktı ara sıra, soyadlarını yazıp, nazar boncuklu çınçınlarıyla dolaba asacaktım. Balayında çiçekleri sulayıp, yaz tatillerinde sulanmış bebek bezlerini kapıcıya verecektim. Nasılsa her insanın bu dünyada varoluşunun bir anlamı vardı. Ve onlar bana ' Sevgili..' diye başlayan düğün davetiyeleriyle 'dünyalı' olma şerefini bahşetmişlerdi. Diplomalı, bekar, fast-food düşkünü bir seyyal olma riskinden; kolonya ikram eden tanıdık statüsüne yükseltilmiştim.
Alıbeyköy Tevfik Aytemiz Spor Salonu'nda 625 evsiz vardı ve benimse 3 farklı ilde 8 yedek anahtarlı yakın dost hanem...
Bugün bir değişiklik yaptım, eldiven kullanmıyorum. Kış, soğuk.
Can Yücel halt etmiş; hem teşekkürler, ben çayı şekersiz içiyorum.

* Charles Bukowski nin şiirinden.

1 yorum: